Blog içi arama

30 Kasım 2008 Pazar

Saklı

Meslektaşlarıma Başarılar Dilerim...



ALINTIDIR...


>>>DİKKAT!!! Gökçe Görece ve Fevzi Dirol'un Amatör Mp3 Paylaşımıdır<<<


Herkese merhabalar...

Çalışmakta olduğum okuldaki öğretmen arkadaşlarımla birlikte bu
parçayı hazırladık. Çoğunuza şarkının ilk halini göndermiştim. Şarkı
artık son halini aldı. Emeği geçenlerin ve benim heyecanım umarım
sonuç verir. Yorumlarınızı bekliyorum...

Mp3 için tıklayın:
http://rapidshare.com/files/153284446/FG_SAKLI.mp3

Video linkleri :
http://www.youtube.com/watch?v=e6Kz1VWxNrg
http://patlican.gayet.net/viewVideo.ovt?videoId=52000000000022966
http://video.frmtr.com/video/43923/FG--SAKLI

SAKLI
Bir başak tanesisin
Kimsenin uzanıp tutmaya
Cesaret edemediği
Ya da
Tam isyanında

Güneşin bir öğle zirvesi
Yaşam denilen sihirin mucizesi

Gözlerinin renginde saklı
Öyle masum öyle tatlı

Gören melekler ağlar
Durmaz hiç
Gözyaşları düşer düşer
Kalbime bir ok misali

Dağların ardı puslu kale
Sensizlik olsa da adı, keder de

Gözlerinin renginde saklı
Öyle masum öyle tatlı

Söz: Gökçe G.
Müzik: Fevzi D.

29 Kasım 2008 Cumartesi

27 Kasım 2008 Perşembe

23 Kasım 2008 Pazar

Öğretmenler Günü Kutlu Olsun

Öğretmen Kutsaldır...

Ali Rıza Binboğa

22 Kasım 2008 Cumartesi

I Can Do It





Salih YILDIRIM




http://www.salihyildirim49.com/

Salih YILDIRIM'a ait bazı çalışmala için BURAYA tıklayın...

17 Kasım 2008 Pazartesi

9 Kasım 2008 Pazar

Mustafa






http://www.mustafa.com.tr/

Atam Sen Rahat Uyu

ATATÜRK'ÜN KENDİ SESİYLE 10. YIL NUTKU

Atatürk ve Güzel Sanatlar


Atatürk'e göre; "Sanat güzelliğin ifadesidir. Bu ifade sözle olursa şiir, nağme ile olursa musiki, resim ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık olur."
Millet hayatında sanatın değerini takdir eden Atatürk; "Bir millet sanattan ve sanatkardan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz." "Bir millet sanata ehemmiyet vermedikçe büyük bir felakete mahkumdur" diyerek sanatın önemini, millet hayatındaki rolünü açıklamıştır.

Atatürk, millet hayatında sanatın yerini ve değerini belirtmekle beraber, onun korunmasını ve gelişmesini de sağlamıştır. Atatürk, her şeyden önce, sanatçılara sanatçı ruhuyla elini uzatmıştır: "Sanatkar, toplumda uzun uğraş ve çabalardan sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır."

Güzel sanatlar alanında Cumhuriyet döneminin ilk 15 yılında devrim sayılabilecek çalışmalar yapılmıştır. "Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli kültürdür" diyen Atatürk, güzel sanatlar alanındaki çalışmaları bizzat yönlendirmiş, başarılı sanatçıları ödüllendirmiştir.

Çok sesli Batı müziğinin ülkemizde yaygınlaştırılması temel ilke olarak benimsenirken, geleneksel Türk Müziği türlerinin derleme, araştırma ve geliştirilmesine önem verildi. 1924 yılı Eylülünde Ankara'da Musiki Muallim Mektebi (Müzik Öğretmen Okulu) açıldı. 1936 yılında Ankara Devlet Konservatuarı'nın açılmasıyla bu okul Gazi Eğitim Enstitüsü müzik bölümüne dönüştürüldü. Ankara Devlet Konservatuarı, Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu müzik, tiyatro, opera, bale sanatçılarını yetiştirmeye başladı. "Türk Beşleri" olarak tanınan sanatçılar ilk sonat, senfoni, konçerto ve operalarını yazdılar. 1934 yılında ilk Türk operası olan Ahmet Adnan Saygun'un Öz Soy ve Taşbebek operaları, Ankara Halkevi'nde temsil edildi. Darülelhan'ın (İstanbul Belediye Konservatuarı) öğretim programı yeniden düzenlendi. Türk müziği derslerinin yanında Batı müziği derslerine de yer verildi.

Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın temeli olan İstanbul'daki Muzıka-i Hümayun Mart 1924'te Ankara'ya getirildi. Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti adını aldı. 1933'te bando bölümü orkestradan ayrıldı. Orkestranın şefliğini 1935 yılına kadar Zeki Üngör ve Ahmet Adnan Saygun yaptı. 1935'te Alman Ernst Praetorius şefliğe getirildi. Bu şefin yönetiminde orkestra büyük gelişme gösterdi.

Cumhuriyet ilan edildiğinde İstanbul'da Dar üln Bedayi ve bazı özel tiyatrolar faaliyet halindeydi. Dar ül Bedayi, 1931'de İstanbul Belediyesi'ne bağlandı. 1934'te ise adı "İstanbul Şehir Tiyatroları" oldu. Tiyatro ve operetleriyle büyük ilgi çekiyordu. Tiyatro sanatının yurda yayılmasında Halkevlerinin büyük hizmetleri görüldü. Ankara Halkevi sahnesinde Akın (1932), Çoban (1932), Mavi Yıldırım (1932) oyunlarının ilk temsillerinde Atatürk de hazır bulundu. Ankara Devlet Konservatuarı Tatbikat Sahnesi'nde gerçek anlamda ilk oyunların temsilinden sonra Ankara'da Devlet Tiyatrolarının kuruluşuna giden yol açıldı.

Atatürk dönemi Türkiye'sinde plastik sanatlarda da büyük gelişme gözlendi. 1924'ten itibaren Sanayi-i Nefise Mektebi Ali'si mezunları Avrupa'ya gönderildi. Cevat Dereli, Mahmut Cuda, Refik Epikman, Muhittin Sebati, Şeref Akdik ve Ali Karsan ilk gönderilen sanatçılardandı. Sanayi-i Nefise Mektebi Alisi 1928'de Güzel Sanatlar Akademisi adını aldı. 1932-1933 öğretim yılında Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü açıldı. Atatürk, anıt ve heykel yapımına önem vererek, Cumhuriyetin heykeltıraş kuşağının yetiştirilmesini destekledi.

1924 yılından itibaren resim ve heykel sergileri açılmaya başladı. Halkevleri Resim ve Heykel Sergileri (1936-1938), Ankara Halkevleri Birleşik Resim Heykel Sergileri (1937-1938) önemli sergilerdir. Atatürk tarafından 20 Eylül 1937'de açılan Resim ve Heykel Müzesi bu alandaki çalışmalara verilen önemin son halkasıdır.

Sinema da Cumhuriyet döneminde büyük gelişme göstermiştir. Muhsin Ertuğrul tiyatroda olduğu gibi sinema sanatının gelişmesinde de görev almıştır. Sinema salonlarının sayısı artmış, uzun metrajlı ve konulu filmler çekilmiştir.

Kaynak: http://www.ataturk.net/cumh/gsanat.html

Atatürk'ün Önderliğinde Yapılan Müzikle İlgili Çalışmalar


A.YENİ MÜZİK KURUMLARIMIZIN AÇILMASINDA ATATÜRK’ÜN ÖNDERLİĞİ
Atatürk, her türlü yenilik ve ilerlemede öncü olma görevini üstlenen bir liderdi.Atatürk, yeni müzik kurumlarımızın açılmasında da öncülük etmeyi sürdürmüştür. Onun sayesinde Osmanlı zamanından kalma mevcut müzik aletlerini iyileştirmiş,modernleştirmiş ve gelişmiştir. Bunların yanı sıra, kapatılan kurumların yerine çağdaş uygarlık seviyesine uygun ve ulusal müzik anlayışımıza yakışır yeni müzik kurumları açılmıştır.
Atatürk’ün önderliğinde,müzik alanında yapılan çalışmalardan bazıları şunlardır;
* Ankara’da ‘’Musiki Muallim Mektebi ‘’kuruldu (1924).
* ’’Mızıka-i Hümayun’’Ankara’ya taşınarak ‘’Riyaset –i Musiki heyeti ‘’adını aldı(1924)
* İstanbul Belediye Konservatuvarı kuruldu(1926).
* Ankara Devlet Konsevatuvarı kuruldu(1936).
* Gazi Terbiye Enstitüsü Müzik Bölümü kuruldu(1937)
* Ankara’da Askeri Müzik Okulu öğretime açıldı(1938)
Bu kurumlar, Atatürk’ün düşünceleri ve direktifleri doğrultusunda günümüze kadar gelişerek gelmiştir.’ün düşünceleri ve direktifleri doğrultusunda günümüze kadar gelişerek gelmiştir.Günümüzde çağdaş Türk müziğinin temeli olan bu kuruma, çeşitli senfoni orkestraları konservatuvarlar, üniversitelerin bünyesinde açılan müzik bölümleri, operalar, güzel sanatlar fakülteleri ve liseleri eklenmiştir.
B.MÜZİK SANATCILARININ ATATÜRK’ÜN MÜZİK GÖRÜŞLERİ
DOĞRULTUSUNDA YETİŞTİRİLMESİ
Atatürk döneminde, çağdaş Türk müziğinin geliştirilmesi için; ‘’Türk beşleri’’ diye adlandırılan kişilerden oluşan ve müziğimizin bugünkü çağdaş seviyeye ulaşmasında büyük emeği geçen sanatçılardan Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferit Alnar, Ahmet Adnan Saygun, Necil kazım Akses Devlet bursu ile müzik eğitimi için yurt dışına gönderilmişlerdir.
Ankara’da Musiki Muallim Mektebinin kurulmasından sonra Avrupa’ya başka öğrenciler de gönderilmeye başlandı.Mektebinin kurulmasından sonra Avrupa’ya başka öğrenciler de gönderilmeye başlandı.Mektebinin kurulmasından sonra Avrupa’ya başka öğrenciler de gönderilmeye başlandı. Avrupa’daki eğitimini tamamlayan genç sanatçılar, yurda döndükten sonra hem çağdaş anlamda müzik eserleri bestelemiş hem de çeşitli müzik okullarında öğretmenlik yapmışlardır.
1934 yılın da’’ Milli Musiki ve Temsil Akademisi Kuruluş Kanunu’’ çıkarıldı. ‘’Müzik İnkılabı’’nın pıroğramını yapmak için bir kurul oluştuldu. Bu konu için Avrupa’dan getiri,len uzmanlar çalıçmalara abşladılar. Ankara devlet konservatuvarından çağdaş bbesteci ve yorumcular yetiştirildi. Ayrıca Paul Hindemith (Paul Hindemit) ve Bela Bartok gibi büyük müzik adamları da Türkiye’de araştırma ve incelemeler yapmış ve müzik alanında kendilerinden yararlanılmıştır.
Atatürk’ün sağlığıbda başlatılan müziğimizin geliştirilmesine yönelik çalışmalara ölümünden sonra da devam edilmiştir.
1948 yılında, üstün yetenekli çocukların yurt dışına öğrenim görmeleri için özel bir yasa çıkarıldı. Bu yasa doğrultusunda yurt dışına ilk gönderilen sanatçılar, Piyanist İdil Biret ve Kemancı Suna kandır.
C.ATATÜRK’ÜN MÜZİK GÖRÜŞMELERİNİ ÇÖZÜMLEYİŞ VE YORUMLAYIŞ

Toplumlardaki değişiklikler ve yenilikler, kendini önce müzikte göstermektir. Bunu fark eden Atatürk, müziğe gereken önemi vermiş ve bu alanda büyük atılımlaer gerçekleştirilmiştir. Atatürk, güzel sanatlar içinden müziğe verdiği önemi, konuşmalarında da dile gelmiştir. Bu konuşmalarının birinde ‘’ bir ulusun musiki eğitiminde önem verilmezse, o ulusu ilerletmenin mümkün olmayacağını ‘’görüşünü belirtmiştir. ‘’diyerek rmüzik konusun da biliçli olarak hareket ettiğini vurgulamıştır.
Atatürk, müzikle ilgili düşüncelerini ‘’müzik hayatın neşesi, ruhu, sevinci ve her şeyidir.’’sözü ile belirtmiştir. O, müziğin toplum hayatında çok önemli bir yeri olduğunu ise
‘’Hayatta müziklazım değildir. Çünkü hayat müziktir. Müzikileilgiliolmayan varlık insan değildir. Eğer söz konusu olan hayat insan hayatı ise, müzik mutlaka vardır. Müziksiz hayat saten mevcut olmaz.’’ Sözleri ilebelirtmiştir.
Atatürk; ‘’Her milletin kendisine özgü gelenek ,kendine göre ,milliği özellikleri vardır. Hiçbir millet aynen giğerbirmilletin taklitçisi olmamalıdır... Milliği müziğimizi, modern teknik içinde yükseltme çalışmalarına,daha çok emek verilecektir. Dünyanın her türlü ilminden,buluşundan,gelişmesinden istifade edelim,lakin unutmayalım, asıl temeli kendi çizdiğimizden çıkarmak mecburiyetindeğiz’’sözleriile ulusal müziğin özünü koruyarak geliştirilmesini vurgulamıştır.
Atatürk’ün yaptığı türkmüzik inkilabını kısaca; ‘’Türk müziğini kendisine özgü geleneksel yapısı içinde,uslüp ve biçim özelliği değiştirilmeden geliştirilmesi ve çağdaş bir yapıya kavuşturulması’’ sözleri ile ulusal müziğin özünü koruyarak geliştirilmesini vurgulamıştır.
Atatürk’ün yaptığı Türk müzik inkilabınınn kısaca; ‘’türk müziğinin kendisine özgü geleneksel yapısı içinde, uslüp ve biçim özelliği değiştirilmeden geliştirilmesi ve çağdaş bir yapıya kavuşturulması’’ diye özetleyebiliriz.
Türkiye’miz müzik alanında dünyadaki saygın ülkeler arasında yer almaktadır. Ülkemizin müzikalanında bu kadar ilerlemesinin en büyük nedeni, Atatük’ün belirlediği müzik ilkeleri doğrultusunda Cumhuriyet Döneminde başlatılan çalışmaların günümüze kadar aynı hızla devam etmesidir.


Ç.ATATÜRK’ÜN BELİRLEDİĞİ MÜZİK İLKELERİ DOĞRULTUSUNDA YAPILAN ÇALIŞMALAR VE SAĞLANAN GELİŞMELER
Atatürk’ün müzikle ilgili görüşlerini hayata geçirmesinde uyulması gereken temel düşünceler, onun belirlediği müzik ilkelerine dayanmaktadır.
Türk müziği, türk müzik inkılabından sonra her yönüyle bir atılım içine girmiştirn. Ulusallıktan çağdaşlığa çağdaşlıktan evrenselliğe ilkesiyle yapılan çalışmalar sonucu, müziğimizde büyük gelişmeler sağlanmıştır. Müzikile ilgili gelişmeler doğrultusunda amaçları gerçekleştirmek için çeşitli müzik kurum ve kuruşları açılmış,burada eğitim gören nöğrenciler, Atatürk’ün belirlediği ilkeler doğrultusunda yetiştirilmiştir. Bu çalışmalar, devam ederek günümüze kadar gelmiştir.

Atatürk’ün belirlediği müzik ilkeleri doğrultusunda yapılan çalışmaları ve sağlanan gelişmeleri şöyle sıralayabiliriz.

• Türk halk ezgileri derlenmiş, notaya alınmış ve yayımlanmıştır.
• Bu eserleri seslendirmek ve yorumlamak için orkestıralar ve korolar kurulmuştur.
• Müziğimizde yeni bir kavram olan çok seslilik kullanılmaya başlanmıştır.
• Halk ezgilerinin, batı tekniği ile çok seslendirme çalışmaları yapılmıştır.
• Aynı ezgilerimiz, çağdaş tekniklerle işlenerek özgün eserler bestelenmiştir.
• İlk türk operası olan “Özsoy Operası “Ahmet Adnan Saygun tarafından bestelenip sahneye koyulmuştur.
• Türkçe operalar sahneye konulmuştur.
• Geleneksel Türk halk müziği,geleneksel Türk sanat müziği ve çağdaş çok sesli Türk müziği alanlarında değerli sanatçılar ve öğretmenler yetiştirilmiştir.
• Çeşitli üniverstelere bağlı fakültelerde müzik bölümleri açılmıştır.
• Çeşitli müzik guruplarımız yurt dışında düzenlenen festivallere katılarak büyük başarılar elde etmişlerdir.
• Ülkemizde, uluslar arası özelliğe sahip bir çok müzik festivali düzenlenmektedir.

http://www.mavi-nota.com/index.php?link=yazi&no=113

http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=846

8 Kasım 2008 Cumartesi

Nota ve Sus İşaretleri ve Süreleri

Ses Değiştirici İşaretler



DİYEZ: Önüne yazıldığı notayı yarım ses inceltir (tizleştirir).
BEMOL: Önüne yazıldığı notayı yarım ses kalınlaştırır (pesleştirir).
NATUREL:Diyez ile incelmiş veya bemol ile kalınlaşmış notaları doğal haline döndürür.
ÇİFT DİYEZ: Önüne yazıldığı notayı tam (bir) ses inceltir (tizleştirir).
ÇİFT BEMOL: Önüne yazıldığı notayı tam(bir) ses kalınlaştırır (pesleştirir).

7 Kasım 2008 Cuma

Müzik Sınıfım







ÖNCESİ











Müzik Dersinin Genel Amaçları:

• Müzik yoluyla estetik yönünü geliştirmek,
• Duygu, düşünce ve deneyimlerini müzik yoluyla ifade etmelerine imkan tanımak,
• Yaratıcılık ve yeteneğini müzik üretme yoluyla geliştirmek,
• Yerel, bölgesel, ulusal, uluslararası müzik kültürlerini tanımak,
• Kişilik ve özgüven gelişimlerine katkı sağlamak,
• Müzik yoluyla zihinsel becerilerinin gelişimini sağlamak,
• Müzik yoluyla bireysel ve toplumsal ilişkileri geliştirmek,
• Bireysel ve toplu olarak, değişik türlerde şarkı dinleme, söyleme ve çalma etkinliklerine imkan sağlamak,
• Müziksel algı ve bilgilerini geliştirmek,
• Türkçe’yi doğru ve etkili kullanmalarını sağlamak,
• İstiklal Marşı başta olmak üzere millî marşlarımızı özüne uygun söylemelerini sağlamak,
• Müzik yoluyla sevgi, paylaşım ve sorumluluk duygularını geliştirmek,
• Milli birliğimizi, bütünlüğümüzü pekiştiren ve dünya ile bütünleşmemizi
kolaylaştıran müzik kültürü ve birikimine sahip olmalarını sağlamak,
• Atatürk’ün Türk müziğinin gelişmesine ilişkin görüşlerini kavramak ve Atatürk
ilke ve inkılaplarına gönülden bağlı bireyler olarak yetişmelerini sağlamak.





Dersin amaçlarına tam olarak ulaşmak için oluşturduğum Müzik Sınıfı.











Eğitim Adına Bir Çalışma
fizikbilim.com - 17 05 2008


Kardeş Okulumuz




DR. Ahmet Kazım MIHÇIOĞLU İ.Ö.OKULU












SINIFIMIZIN GİRİŞİNİ YAPTIĞI DUVAR RESİMLERİ İLE GÜZELLEŞTİREN OKULUMUZ GÖRSEL SANATLAR ÖĞRETMENİ SALMAN ÇOBAN KARDEŞİME Vve ONA YARDIMCI OLAN ÖĞRENCİLERİMİZE ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM.



































SALMAN ÇOBAN
Görsel Sanatlar Öğretmeni
Çalışmalarını görmek için









Sınıfıma gönderdiği yardımlar için değerli dostlarım Bahtinur Eser'e, Rauf Akbaba'ya, Figen Yıldırım'a ve Ümüt Babayiğit'e sonsuz teşekkürler...


Sınıfımız Rauf Akababa'nın gönderdiği monitör ve Ümit Babayiğit'in gönderdiği bilgisayar kasası ile bilgisayar eksiğini tamamladı. Kendilerine sonsuz teşekkürler ediyorum.


6 Kasım 2008 Perşembe

100 Temel Eser Sitesi



EDEBİ METİNLERİ DİNLEYEREK DEĞERLENDİREBİLİRSİNİZ. 100 ESER SİTESİNİ ZİYARET EDİNİZ.




100 TEMEL ESERİ BURADAN İNCELEYİN

4 Kasım 2008 Salı

Türk Beşleri

Türk Müzik Sanatını Çağdaş Dünyaya Tanıtan Beş Bestecimiz

Atatürk’ün Kurtuluş Savaşını kazanarak ülkenin başında “Reisicumhur” kimliği ile makamına oturduktan sonra, ilk olarak ele aldığı konuların başında Türkiye’de müziğin geldiği biliniyor. Bunun nedeni Ulu önderin, Türkiye’nin yetiştirdiği en ileri görüşlü insan olması, Avrupa’da bulunduğu görevleri sırasında batı ülkelerindeki opera temsillerine ve müzik olaylarına gitmeyi adet edinmesidir. Bu sayede evrensel müzik kültürü ile tanışan bu büyük adam, ileri ülkelerin uygarlıkta üstünlüğünün kriterlerinden birinin çok sesli batı müziğinin, kültür düzeyi yüksek çevrelerde vazgeçilmeyecek bir öge olduğunu sezmiş, bunun genç Türkiye Cumhuriyeti için de geçerli ve önemli bir gereksinme olduğunu görmüştü. Ata’nın bir şanslı yanı da, kendisinden sonra gelen Cumhurbaşkanlarından İsmet İnönü’nün de aynı görüşte olması ve onun girişimlerini dikkatle izlemesi olmuştur.

Bu sayade 1950 li yılların sonuna değin, devletin müzik politikasında daima ileriye doğru atılımlar sürmüştür. Ulusal müzik akımı denilince, genellikle anlaşılan belli başlı isimler, Rusların Rimsky Korsakof, Modest Mousorgsky, Alexander Borodin, Mily Balakirev, Cesar Cui’den oluşan “Rus Beşleri” besteciler grubudur. Bizde ise Hasan Ferit Alnar, Cemal Reşit Rey, Ulvi Cemal Erkin, Necil Kazım Akses ve Ahmet Adnan Saygun’dan oluşan ilk besteciler grubunun her üyesi kendi anlayışına uyacak biçimde ve üslupta bağımsız olarak müzik örnekleri yazmış, bunların hepsi de sanat dünyasında seslendirilmiştir. Bu bakımdan bu ilk bestecilerimizin övgüye layık olduğuna kuşku yoktur. Ancak sonradan gelen bestecilerden bazılarının aynı yoldan gittikleri söylenemez. Kimisi “Çağdaş Müzik” başlığının altında, birtakım sapmalara ve özentilere yöneldikleri için ve bu nedenle toplumun desteğini de yitirdiklerinden, müzik atılımı eski hızından çok güç kaybetmiş, bu hamle sanki unutulmaya yüz tutmuştur.

Bu olayın nedenleri arasında devlet desteğinin Cumhuriyetin başlangıcındaki hızının azalmasının etkisi çok büyüktür. Ancak sanatla uğraşan kişilerin “sırf devlet desteği olursa yürür, yoksa durur” kuralıyla çalışmasını onaylamak da mümkün değildir. Çünkü, devletin işleyiş çarklarının yasalara göre döndüğü aşikardır. Bu konudaki yasalarda herhangi bir değişiklik olmadığı halde, bireylerin çalışma biçimlerinin değişmesi bakımından ortada bir sebep de bulunmamaktadır.


Cemal Reşit Rey (1904-1985)














Cemal Reşit Rey sarayla yakın ilişkileri olan, son Osmanlı ailelerinden birinin oğluydu. 25 Ekim 1904'te Kudüs'te doğdu. Babası Ahmet Reşit Bey, o dönemde Kudüs'e mutasarrıf olarak atanmıştı. Cemal Reşit'in müziğe yeteneği o yıllarda ortaya çıktı. Diğer çocuklar sokakta oynarken o bulduğu bir akordiyonu çalmaya ve ondan çıkan sesleri taklit etmeye çalışıyordu. Beş yaşındayken ailecek İstanbul'a geldiler. Burada bir yandan ilkokula giderken, bir yandan da piyano çalışmaya başlar. Galatasaray Lisesi'nde okumaya başladığı yıllarda babasının politik durumu nedeniyle 1913 yılında zorunlu olarak Paris'e taşınırlar. Burada özellikle Fransa Cumhurbaşkanı Raymond Poincare aileye sahip çıkar. Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasına çok az zaman vardır ve Ahmet Reşit Bey ve ailesi dünyanın kültür başkenti Paris'te yaşamaya başlarlar.Cemal Reşit Bey daha çocuk yaşlarında Mahler'i orkestra yönetirken görecek, konservatuvarda onu müdür ve ünlü besteci Gabriel Faure dinleyecektir. Faure onu dinledikten sonra ünlü pedagog Marguerite Long'a telefon açar ve "Madam size bir Türk çocuğu gönderiyorum ve hiçbir şey söylemiyorum, kendiniz göreceksiniz" der. Sonra babasına dönerek "Oğlunuz hayatta müzikten başka hiçbir şey yapamaz" diye onun müzik dehasını hemen keşfeder. Debussy'nin öğrencisi, Ravel'in en yakın dostlarından ve eserlerini en iyi yorumlayan piyanistlerden biri olan Marguerite Long, 19 yaşına kadar hiç para almadan Cemal Reşit'in eğitimi ile yakından ilgilenecektir.

Ahmet Reşit Bey ve ailesi, savaş başlayınca Paris'te uzun süre kalamazlar. Cenevre'ye yerleşirler. Cemal Reşit eğitimine burada Cenevre Konservatuvarı'nda devam ederken, normal lise eğitimini de sürdürür. Konservatuvarın ustalık sınıfına kadar yükselir ancak 1919'da babası dahiliye nazırlığına atanınca İstanbul'a gelirler. Baba oğlunu hemen İstanbul'da bir piyano öğretmenine götürür. Ancak çocuğun piyano bilgisi öğretmeninkinden fazladır. Cemal Reşit bu kez tek başına Paris'e eğitime gönderilecek, tekrar Marguerite Long'la çalışmaya başlayacaktır. Konservatuvarda Gabriel Fauret'den müzik estetiği dersleri alır. Besteci, piyanist ve orkestra şefliği üzerinde eğitim görür. Daha okul yıllarında besteleriyle ilgi çekmeye başlar.

Cemal Reşit, cumhuriyetin ilanından iki ay önce Paris Konservatuvarından mezun olur. Bu arada İstanbul Belediyesi Darülelhan'a (ilk konservatuvar) batı müziği bölümü açılmasına karar verilir ve hoca olarak genç Cemal Reşit çağrılır. Bu onun için dünyanın en büyük mutluluğudur. Henüz 19 yaşındadır, onu Avrupa'da büyük bir kariyer beklemektedir ancak hocalarının tüm engellemelerine karşın İstanbul'a döner. Belki Batı'daki büyük kariyerini bırakmıştır ama, Cemal Reşit Rey Türkiye'de klasik müziğin kuruluşuna öncülük etmiş, pek çok öğrenci yetiştirmiş ve yaşamı boyunca müzik dünyasının hep bir numarasında yaşamıştır. Türkiye'ye döndükten sonra yaşamı boyunca artık kendi ülkesinden hiç ayrılmayacak, çeşitli orkestralar kurup, bunlarla yurt içi ve dışında konserler yönetecek, dünyanın en ünlü sanatçılarını şef olarak Türkiye'de ağarlayacak, Türkiye'de bir yandan klasik müziğin yaygınlaşması için çalışırken, öte yandan yazdığı operetlerle tiyatro dünyasında unutulmayacak eserlere imza atacaktır.

Cemal Reşit Rey'in yaşamı sürekli çalışarak, üreterek geçti. Ailesiyle birlikte oturdukları Nişantaşı'nda Şair Nigar Sokak'taki konukta anne babası, ağabeyi Ekrem Reşit, kız kardeşi Semine ve eşi Semih Argeşo ile birlikte yaşıyorlardı. Semih Argeşo Cemal Bey'in kurup yönettiği İstanbul Senfoni Orkestrası'nın baş kemancısıydı. Semine Hanım da orkestrada keman çalıyordu. Konakta hem ciddi klasik müzik çalışmaları yapılıyor, hem de ağabeyi Ekrem Reşit'le birlikte müzikaller üzerine çalışıyorlardı. Cemal Bey'in müzikalleri zevk almasının ötesinde yapacağı klasik müzik çalışmalarında özellikle yurt dışı konserlerinde değerlendirmek için para kazanmaya yönelik olarak da yaptığı oluyordu. Çünkü özellikle o yıllarda Türkiye'de klasik müzik yapmak bir misyoner gibi çalışmayı gerektiriyordu. Babasının ölümü, ardından Semine Hanım ve eşinin ayrı bir eve çıkarak konaktan ayrılmaları, Ekrem Reşit Bey'in ve 1962'de annesinin ölümü ile Cemal Bey'in konak yaşamı son buldu. Koca İstanbul'da tek başına kalmıştı. Yanında ağabeyine çok iyi baktığı için aile emektarı olan Rıfkı Ergün ve ailesiyle birlikte Serencebey'de bir apartman dairesine taşınır. Orkestradan emekli olan Cemal Bey, piyano dersleri vermekte, yine evi eski dostları ve öğrencileri ile dolup taşmaktadır ama artık o eski debdebeli günler geride kalmıştır. Bir zamanlar şık giysileri ile her yerde dikkat çeken Cemal Reşit Rey üzerinde eski kıyafetleri, mütevazı evi ile onu eskiden tanıyanların içlerini acıtmaktadır. Giderek Rıfkı Ergün'ün ailesini kendi ailesi gibi görmeye başlar. Hele içlerinde sağır dilsiz olan Melek'i özel bir ihtimamla büyütür.

1970'lerde Cemal Reşit Rey, Haldun Dormen'in sahneye koyacağı bir müzikalin siparişini alır. Ağabeyinin ölümünden sonra müzikal yazmamaya karar veren Rey, Erol Günaydın'ın yazacağı metinleri müzikleyebileceğini söyleyerek herkesi şaşırtır. Erol Günaydın'la kısa süre içinde çok iyi dost olurlar ve Yaygara 70 büyük başarı kazanır. Ardından Uy Balon Dünya isimli ikinci bir müzikal yapılır ama aynı başarıyı yakalayamaz. 1980'lerde Cemal Bey iyice kendi dünyasına çekilir. 1985'de Lüküs Hayat 51 yıl aradan sonra yine aynı sahnede İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda sahnelenecektir. Cemal Bey, gala gecesi için özel olarak hastaneden çıkarılır ve Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu'na getirilir. Eser yıllar sonra yine büyük bir başarı kazanmıştır. Haldun Dormen ve Gencay Gürün onu alkışlar arasında sahneye çıkarırlar. Anlatılmaz derecede mutludur. Seyirci onu dakikalarca ayakta alkışlar. Bu onun son sahneye çıkışı olacaktır. Ertesi gün tekrar hastaneye yatırılır ve buradan ikinci çıkışında Edirnekapı'daki aile mezarlığına defnedilecektir.
10. YIL MARŞINI BURADAN DİNLEYİN
http://www.tuluyhanugurlu.com/CRR/
DİĞER ESERLERİNİ BURADAN DİNLEYİN
Cemal Reşit Rey Konser ve Sergi Salonu
Ulvi Cemal Erkin (1906-1973)




1906'da İstanbul'da doğdu. İlk müzik eğitimini çok küçük yaşta annesinden alan Ulvi Cemal yedi yaşındayken Adinolfi'nin yanında piyano derslerine başladı. Galatasaray Lisesi'ni bitirince devlet bursuyla Paris'te müzik eğitimine gönderildi. Paris konservatuvarında ve Ecole Normale de Musique'te çok önemli hocalardan piyano ve kompozisyon dersleri aldı. 1930'da yurda dönünce Ankara Musiki ve Muallim mektebine armoni ve piyano öğretmeni olarak atantı. 1936'da Devlet Konservatuvarı kuruluncaya kadar bu görevini sürdüren Erkin, o tarihte yine piyano öğretmeni olarak konservatuvarda çalışmaya başladı. Erkin bu dönemde konserlerine ara verip, besteciliğe yöneldi.

Kendi bestelerinden oluşan ilk konserini 1946 yılında veren Ulvi Cemal Erkin Riyaseticumhur filârmoni orkestrasına 1942'de Cumhuriyet Halk Partisi büyük ödülünü alan büyük orkestra için bestelenmiş Piyano konçertosunun 1942 ve I. Senfonisini ( 1944-1946 ) ilk kez çaldırdı. 1949'dan 1951'e kadar devlet konservatuarının müdür olarak yöneten besteci ölümüne kadar piyano bölümü şefi ve piyano öğretmeni olarak aynı yerde görevini sürdürdü. Eserlerindeki ortak nokta ustalıklı bir orkestralama sezgi ve kullanışı, titiz bir istif kuşkusu özden ve içten gelen bir esindir.

Ulvi Cemal Erkin'i yakından tanımak için Sevda Cenap And Vakfı yayınlarından çıkan ve üstte kapağını gördüğünüz Duyuşlardan Köçekçe'ye isimli kitabı alabilirsiniz.

http://www.ulvicemalerkin.com/
http://www.beethovenlives.net/ulvi_cemal_erkin.htm

Ahmet Adnan Saygun (1907- 1991)



Türk Beşleri'nin en popüler isimlerinden biri olan Ahmet Adnan Saygun,7 Eylül 1907'de İzmir'de doğdu.İzmir İttihat ve Terakki İdadisi'ndeyken, okulun müzik öğretmeni İsmail Zühtü Bey'in kurduğu dört sesli koroya katıldı. Onun önerisiyle Rossati adında bir öğretmenden piyano dersi aldı. Sonra Macar Tevfik Bey'in öğrencisi oldu. Okulu bitirince, üniversiteye girmeyerek kendini tümüyle müziğe verdi. 1923 sonlarında, o yıl İzmir'e yerleşen Hüseyin Saadettin (Arel) Bey'den iki ay kadar armoni dersi aldı. Daha sonra kendi kendine armoni bilgisini ilerletti ve kontrpuan çalıştı. 1926'da Ankara Musiki Muallim Mektebi'nde verdiği bir sınavdan sonra İzmir Lisesi'nde müzik öğretmenliği yaptı. 1928'de açılan sınavı kazanarak müzik öğrenimi görmek üzere, devlet bursuyla Paris'e gönderildi. Ünlü müzik okulu Schola Cantorum'da Vincent d'Indy, Eugene Borrel, Bouberbielle, Amedee Gastoue gibi öğretmenlerin derslerini izledi. 1931'de Türkiye'ye dönünce Ankara Musiki Muallim Mektebi'nde kontrpuan öğretmenliğine atandı. 1934'te kısa bir süre Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nı yönetti. 1936'da İstanbul Belediye Konservatuarı'na (İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı) öğretmen atandı. Aynı yıl Türkiye'ye gelen Bela Bakto'un Anadolu gezisine katıldı. 1939'da Cumhuriyet Halk Partisi'nin müzik danışmanlığına ve Halkevlerinin müzik müfettişliğine getirildi. 1940'ta birkaç arkadaşıyla birlikte "Ses ve Tel Birliği" adlı bir dernek kurdu. Bu dernek Batı müziğini çeşitli dönemlerine ait kor yapıtlarının seslendirildiği birçok konser düzenledi, müzik konusunda kitaplar ve broşürler yayımladı.

1946'da Ankara Devlet Konservatuarı'nda öğretmenliğe dönen Saygun, bir süre sonra kompozisyon bölümünün başına getirildi. 1972-78 arasında TRT Yönetim Kurul üyeliği yaptı. 1973'te İstanbul Devlet Konservatuarı'nda (Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı) etnomüzikoloji öğretmenliği yaptı. Uluslararası Halk Müziği Konseyi'nde yönetim kurulu üyeliği yaptı, 1971'de kendisine "devlet sanatçısı", 1985'te "sanatçı profesör" unvanları ve 1981'de de "Atatürk Sanat Armağanı" verilmiştir.

Türk Beşleri arasında yer alan Adnan Saygun, ritm ve melodi bakımından Türk halk ve sanat müziklerinin etkilerini taşıyan yapıtlarında, zaman zaman izlenimci, zaman zaman da romantik estetiğe bağlı kaldı. Çok sayıda beste yaptı.

http://www.tuluyhanugurlu.com/CRR/Adnan%20Saygun%20bio.html


Necil Kazım Akses (1908-1999)


İlk okulda keman, orta okul son sınıfta da Mesut Cemil ile viyolensel öğrenimini lise devresinde de sürdüren Akses, bir yandan da Darul Elhan'a devam ederek, Cemal Reşit'ten armoni dersleri aldı. 1926'da İstanbul Erkek Lisesini bitirince kendini müziğe verebilmek için Viyana'ya gitti. 1934 yılında yurda döndüğü zaman, Necil Kazım yeni Türk müziğini kurmak Türkiye'de batı müziği öğretimini başlatmak için, gerekli bütün hazırlıklarını tamamlamıştı.

1934 Eylülünde form bilgisi ve prozodi öğretmeni olarak atandığı Ankara Musiki Muallim Mektebi'nin devlet konservatuvarı haline getirilmesi için var gücüyle çalıştı. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Paul Himdemhiti ile birlikte Konservatuvar'ı kurmakla görevlendirildi. 1948'de Ankara Devlet Konservatuvarı'nın müdürlüğüne 1949'de Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğüne 1954'de İsviçre (Bern), 1955'te Almanya (Bonn) kültür ataşeliklerine ve 1958'de Devlet Operası genel müdürlüğüne atandı. 14 Haziran 1971'de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından, Türkiye Cumhuriyetinin devlet sanatçısı ünvanıyla taltif edilen Necil Kazım Akses, aynı yılın Ağustos ayında yeniden Devlet Opera ve Balesi genel müdürlüğüne getirildi. 1972 Eylülünde kendi isteğiyle bu görevden emekliye ayrıldı. Akses'i yazı tekniği yönünden etkileyen besteciler daha çok Marx ve Reger olmuştur.

http://www.tuluyhanugurlu.com/CRR/necil.html


Ahmet Adnan Saygun, Ferhunde Erkin, Necil Kazım Akses, Cemal Reşit Rey ve Antonio Saldarelli.





Hasan Ferit Alnar (1906-1978)


1906'da İstanbul'da doğdu. Annesinin teşvikiyle müziğe daha çocuk yaştayken kanun çalarak başlayan Alnar, 12 yaşındayken "Kanuni" oldu. 16 yaşındayken ilk bestesini yaptı. O yıllar İstanbul Sultanisi'nde okuyan Alnar geceleri, Darüt Talimi Musikisi topluluğuyla sahneye çıkıyordu. Yine o sıralar aynı toplulukla Berlin'e giderek Alman Polydor firması için birkaç plak doldurdu. Bu yolculuklarının birinde Berlin Yüksek Okul müdürü ve besteci Franz Schreker ile tanışan Alnar çok sesli bestelerinin Schreker'in ilgisini çektiğini görünce, bitirmek üzere olduğu İstanbul Mimari Akademisinden ayrıldı ve 1927'de Viyana'ya yerleşti. Viyana Devlet Müzik Akademisinin bestecilik bölümünde Joseph Marx'ın öğrencisi oldu. 1929'da diploma alınca Oswald Kabasla orkestra şefliğinde çalıştı.

1932'de bu bölümü bitirince İstanbul'a dönerek Şehir Tiyatrosunda orkestra şefliği yaptı. 1937'de Ankara Devlet konservetuarında bestecilik dersleri verdi. Konservetuarın Tatbikat Sahnesinde ilk opera gösterisini düzenledi. 1946'da Cumhurbaşkanlığı Filarmoni Orkestrasının şefliğine getirildi. 1952 yılına kadar bu görevde kaldı. 1955'te Viyana'ya yerleşti. 1964 yılında tekrar Ankara'ya döndü. Türk beşlerinin içinde ayrı bir yere sahip olan Alnar teksesli Türk Müziğinden yetişmiş tek bestecisidir.1971'de ilk Devlet Sanatçılığı dağıtıldığında bu ünvan,Türk Beşleri'nden üçüne verilip ikisi dışlanmıştı. Bunlardan birisi Cemal Reşit Rey idi, kendisine bu ünvan 1981'de verildi, diğeri ise Ferit ALNAR'dır. Cemal Bey, devlet sanatçılığı ünvanını geçte olsa aldı ama Ferit Alnar kırgın bir şekilde 1978'de aramızdan ayrıldı. Daha sonra 7.12.1998'de Sevda Cenap And Vakfı'nca düzenlenen Sn.Cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL'in de katıldığı bir tören neticesinde Ferit ALNAR'a onur ödülü verildi ve tören sonrasında Anadolu Yaylı Kuartet eşliğinde Tahir AYDOĞDU'nun solist olarak katılımı ile Ferit ALNAR'ın "Kanun Konçertosu" tekrar seslendirildi. Biraz geç de olsa Ferit ALNAR'ın hatırlanması son derece sevindirici idi. Ben burada Sevda Cenap AND vakfı yetkililerine Ferit ALNAR'ın Kanun Konçertosu'nu çalan bir sanatçı olarak şükranlarımı sunmak istiyorum, dilerim diğer vakıf, üniversite ve konservatuvarlar da bu değerli bestecimizle daha yakından ilgilenirler.. Çok küçük yaşlarda Kanuni Vitali Efendi'den Kanun öğrenmeye başlayan ALNAR'ın dört ay içinde hocasından alacağı bir şey kalmadığı söylenir.

Mimarlık eğitimini müzik yüzünden yarıda bırakan Ferit ALNAR, Darüttalimi Musiki Topluluğu'na katılıp Türk Musikisi'ne de büyük hizmetler vermiştir. Türk Musikisi'ne kanun ile başlayanlar onun adını bir ideal olarak belirlemişlerdir. Plaklarını bulup dinleyemeseler bile kendini veya plaklarını dinleyenlerden; nasıl erişilmez bir teknik ve kendine has temiz üslubuyla çaldığını hayranlıkla dinlemişlerdir.

Kanun icrasında bir çığır açmış, bu çalgıdaki seçkin icrasını erişilmesi güç bir virtüoziteye ulaştırmıştır, Şerif Muhittin TARGAN'ın ud'da yaptığını KANUN'da yapmıştır. İlk kez Kanuni Hacı Arif Bey'in uyguladığı mızrap tekniğine, hocası Vitali Efendi'den elde ettiği çok hafif tırnak darbeleri ile süslediği bol tremololu icra tekniğini eklemiş ve daha başarılı, daha üstün bir seviyeye ulaştırmasını bilmiştir. Alışılmışın dışına çıkarak çok ustalıklı bir geçki tekniği geliştirmiştir. Tek başına birçok plak doldurup zamanın sanatçılarına da eşlik etmiştir. Ayrıca son derece orijinal ve ileri üslupta saz eserleri yazmış ve hemen bütün eserlerinde Türk Musikisi'nin makam ve usullerini başarıyla kullanmıştır. Türk Musikisi Sanatı'nın içinden yetişmiş bir sanatçı olarak, daha sonra, Batı Musikisi'ni benimseyip ustalaşmasına rağmen, Türk Musikisi hakkında küçültücü bir tek kelime bile kullanmamıştır.

Türk Musikisi'nin zenginliğinden çok yararlanmış, eserlerinde bu motifleri en iyi şekilde kullanmıştır; fakat diğer bazı bestecilerin yaptığı gibi musiki eserlerini aranje etmeden, çok seslendirip altına benim diye imza atmadan... Her iki tür müziği ve kültürünü de çok iyi bilen bu insanın büyüklüğü bu noktadan kaynaklanır. Türk Musikisi eğitiminden sonra kabiliyetini Batı Musikisi'ne yönelten, çalışmalarını tamamen Batı Musikisi alanında yapan ve bestelerinde de Türk Musikisi makam ve usullerini kullanan ALNAR, Kanun'u da terketmemiş ve yıllar önce tasarladığı konçertoyu 1946 yılından itibaren bestelemeye başlamış, 1951 yılında konçertoyu tamamlamıştır, Türkiye'deki ilk ve tek Kanun Konçertosudur. Ferit ALNAR daha sonraları konçertonun 3.bölümünü beğenmeyerek değiştirmek istemiş, 1958'de Hazreti MEVLANA'yı ziyaretinden hemen sonra bir şaheser olan 3.bölümü birkaç gün içinde yazıvermiştir.

1942'de bestelediği diğer bir şaheseri olan Viyolonsel Konçertosu üzerine 21.8.1946'da A.Lalauni tarafından yapılan kritikte şöyle yazılmıştır:

"Viyolonsel Konçertosu ile Ferit ALNAR, doğu ile batının müzik birleşimini çok iyi başaran bir kişiliktir. Kompozitör ALNAR'ın,orkestra şefi ALNAR'ı aştığı bir gerçek,fakat orkestra şefi olarak da hiçbir yönden geri kalmıyor."

Yine PRELÜD ve İKİ DANS'ın ilk icrası hakkında Viyana'da çıkan bir kritikten bazı kısımlar:

"ALNAR'ın müzik yazı tekniğinde sürükleyici bir mantık var.Dinlediğimiz tamamıyla yeni bir müzik, birçok kompozitörü onu taklide heveslendirecektir."

Türk Beşleri içinde her şeye rağmen Türk kalmaya çalışmış, son derece güzel saz eserleri bestelemiş, Batı Musikisi alanında da birçok eser meydana getirmiş, 30 senelik şeflik hayatında da aşağı yukarı 200 operet,1000 konser ve 400 opera temsili yönetmiş Ferit ALNAR'ın bütün eserleri ortaya çıkarılmalı, hem Türk Musikisi hem de Batı Musikisi alanında yapmış olduğu eserler sanatçılarımız ve orkestralarımız tarafından en kısa sürede seslendirilmelidir.

22 senelik bir Kanun Sanatçısı ayrıca eseri birçok kez seslendirmiş bir sanatçı olarak Türkiye'deki ilk ve tek Kanun Konçertosu ile ilgili belirteceklerim şunlardır;Eserin icrasında seri mızrap atışları,inişli ve çıkışlı atlamalar,çok sık değişen mandallar,çok ustalıklı olarak kullanılan geçkiler,iki eli aynı anda farklı kullanabilme,çaprazlamalar v.b. özellikler bulunmakta ve virtüozite istemektedir.Bana göre Kanun çalgısında teknik kapasite olarak gösterilebilecek birçok özellik göze çarpmaktadır,günümüzde Kanun icracılarına bakıldığında ileride bestelenecek yeni eserler açısından bu özelliklere ayrıca arpej ve akor tekniği de ilave edilebilir.

http://www.tuluyhanugurlu.com/CRR/Ferit%20Alnar.html

3 Kasım 2008 Pazartesi

Atatürk , Sanat ve Müzik


Atatürk'ün Musıki Anlayışı
ATATÜRK'ÜN MUSIKİ ANLAYIŞI

"Efendiler!. Hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz, hatta reisicumhur olabilirsiniz, fakat sanatkâr olamazsınız hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu çocukları sevelim..."

Bu, ATATÜRK'ün sanata ve sanatkâra karşı büyük sevgisini gösteren sözlerinden biridir.

Büyük ATATÜRK'ün sanatı ve sanatkârı onurlandıran daha pek çok sözleri vardır.

"Sanatkâr toplum içinde, uzun çaba ve çalışmalar vermekte, alnında ışıklı sevinci ilk hisseden insandır."

"Bir millet sanatdan ve sanatkârdan yoksunsa, tam bir hayata mâlik olamaz."

Büyük ATATÜRK, milli kültürün önemli bir parçası olan sanata çok değer verilmesi gerektiğini bildiği için, sanatkârı temelli teşvik ve takdir etmiştir.

"Türk milletinin yücelmesinde, başlıca hareket unsuru olan milli kültür ve sanatın gelişmesi" ATATÜRK'ün başlıca isteğiydi.

ATATÜRK bu konudaki çeşitli konuşmalarında, hep Türk milletinin ve dolayısıyla Türk sanatının, milletin hayatındaki önemine işaret etmiş, Türk sanatının ileri hamlelerle, çağdaş uygarlık seviyesine ulaşması gerektiğini vurgulamıştır.
Sanatta ve kültürde köklü bir geçmişe sahip olan Türk milletinin lâyık olduğu seviyeye ulaşması, onun temel emeli ve ideali olmuştur.

ATATÜRK, milletin hayatında gerçekleştirilmesi gereken bütün değişikliklerin zorlama ile olmayacağını, alıştırıcı ve inandırıcı bir tutumla oluşturulması gerektiğine inandığı için, özellikle Türk musıkisinde bu sistemin uygulanmasını gerekli görmüştür.
ATATÜRK'ün emirleriyle kurulan Cumhurbaşkanlığı orkestrasının bir konserinden sonra, ATATÜRK şöyle söylemiştir:

"Halkın da musıki ihtiyacını düşünmek gerekir. Halkın musıki zevkinin gelişmesi için bu musıkiye (batı musıkisine) alışması ve bu musıkiden hoşlanması için, köklü bir musıki eğitimine ihtiyaç vardır."


Nitekim, Devlet konservatuarının temeli olan musıki muallim mektebinin (1925) büyük ATATÜRK'ün bu işareti üzerine gerçekleştirilmiştir. Musıki muallim mekteplerinin amacı sanatçıdan çok orta öğretim için öğretmen yetiştirmekti. İkinci adım, bir milli musıki ve temsil akademisinin kurulmasıydı. ATATÜRK, musıkinin sadece nazarî (didaktik) bir uğraşı olarak değil, pratik ve uygulayıcı bir sistemle geliştirilmesini vurgulamış oluyordu.

Kurulan musıki muallim mektebinin sanatkârdan çok, öğretmen yetiştirmek amacına yönelik olması, genç öğretmenler mârifetiyle, memleket sathında bir musıki eğitiminin gerçekleştirilmesini sağlamaktı. Büyük ATATÜRK: "Yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihî bir niteliğinin de, güzel sanatları sevmek ve bu sahada yükselmek olduğunu" söylerken, Türk milletinin yüksek karakterine ve çalışkanlığına, milli birlik ve parlak zekâsına bilgiye bağlılığına ve yürek bütünlüğüne güvenini belirtiyor, milletin bu niteliğini her çeşit vasıta ve tedbirlerle besleyerek geliştirilmesinin milli ülkümüz olduğunu ve bugünkü dünya içinde, tam anlamıyla medeni bir toplum içinde, yer alması gerektiğine önemle işaret etmiş oluyordu.

ATATÜRK, her konudaki düşüncelerini berrak bir akışla ifade etmiştir. ATATÜRK, elbette bir musıkici değildi, fakat derin bir musıki anlayışına ve zevk üstünlüğüne sahipti. Şu sözleri bunu anlatmaktadır:

"Bir çok defa bu musıkinin (Türk musıkisinin) tam haysiyetini bulamıyoruz. İşte bu dinlediğimiz musıki hakiki bir Türk musıkisidir ve hiç şüphesiz yüksek bir medeniyetin musıkisidir. Bu musıkiyi dünyanın anlaması lâzımdır. Onu bütün dünyaya anlatabilmek için, bizim milletçe bugünkü medeni dünyanın seviyesine yükselmemiz gerekir."

ATATÜRK, musıkimizi bütün dünyaya anlatabilmek için, milletçe medeni dünyanın seviyesine yükselmemiz gerektiğine işaret ederken, bizim için, tarihin karanlıklarında ve derinliklerinde kalmış, zengin bir musıki kültürünün gerçek değerlerini meydana çıkarmak, özellikle musıki şuuru, duygusu ve bilgisini, aynı kuvvet ve heyecanla, yeni nesillere aktarmanın gereğine işaret etmek istemişlerdir. Eski ve köklü bir geçmişe sahip millet olarak, kültürde olduğu kadar milli ve toplumsal hayatımız için de, önemli olan musıkinin, bizde alaturka- alafranga meselesi, olmakta devam etmesindeki kısır çekişmeleri de ATATÜRK; 1 Kasım 1934 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde, meclis kürsüsünden söylediği şu sözlerle ülküleştirmiştir.

"Arkadaşlar! Güzel sanatların hepsinde ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi biliyorum. Bu yapılmaktadır. Ancak bana kalırsa bunda çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk musıkisidir. Bir ulusun yeni değişikliğine ölçü, musıkide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir. Bugün dinletilmeğe yeltenilen musıki, yüz ağartacak değerde olmaktan uzaktır, bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusun ince duygularını düşüncelerini anlatan, yüksek deyişlerini, söyleyişlerini toplamak, onları genel musıki kurallarına göre işlemek gerekir, ancak Türk ulusal musıkisi böyle yükselebilir, evrensel musıki de yerini alabilir. Kültür işleri bakanlığının buna değerince önem vermesini, kanunun ona yardımcı olmasını dilerim."

Büyük ATATÜRK, yıllar önce söylediği bu sözleriyle, Türk musıkisi politikasının sağlam temeller üstünde geliştirilmesinde, temel ilkeyi tespit ediyor, Türk milletinin güçlü bir musıki potansiyeline sahip olduğunu bilerek, bu musıkinin layık olduğu biçimde, çağdaş medeniyet kurallarına göre geliştirilmesini istiyor, Türk gençliğine ve sanatına yeni ve ışıklı ufuklar açıyordu.
ATATÜRK, bütün memleket işlerinde olduğu gibi, kültür ve sanat varlığımızda da, dünya ölçüsünde bir yeniliğe ve başarıya ulaşmanın böyle mümkün olabileceğini, musıkide milli olabilmenin dayandığı temel unsurlardan biri olan folklor değerlerinden faydalanmanın önemini de belirtmiş oluyordu. Nitekim bir başka zaman da şöyle söylemiştir:" Bizim musıkimiz Anadolu halkından işlenebilir."

ATATÜRK, bu sözleriyle de, memleketin Milli Kültür hazinesi olan halk musıkisini araştırılarak, ilmî esaslar ve metodlarla kültür canlılıklarıyla ortaya konulmasını vurgulamış oluyordu.

ATATÜRK Türk musıkisine alaturka damgasını vuranlardan değildi, hele Arap, Fars ve Bizans musıkilerinden etkilenmiş olduğu görüşünü asla tasvip etmemiştir.

Alaturka, her ne kadar, Türk'e mahsus, Türkvâri gibi bir anlama geliyorsa da, bunu tezyif yollu kullanmayı âdet edinenler vardır. Başı bozukluk, gerilik, uyuşukluk gibi anlamlarda kullanılmak istenmektedir. Gerçekde Türk musıkisinin, bu anlayışla vasıflandırılması son derece âmiyâne bir yakıştırmadır.

ATATÜRK'e ait olduğu söylenen bazı sözler, yanlış aktarılmış, ya da naklederler, işlerine geldiği gibi yorumlamışlardır. Bunlardan biri şudur: "Esas müzik batı müziğidir, ulusumuz için de bu müziği normal görmeliyiz."

Türk musıkisini sevmeyenler, daha doğrusu bilmeyenler, musıkimizi temelli hor görmüşlerdir. Onlara göre, alaturka musıki; Bizans, Arap ve Fars musıkilerinin etkisinde kalmıştır. Tek sesli olması dolayısıyla de iptidâidir. Daha da ileri giderek: "Kozmopolit ve egzotik, melankolik bir havası vardır, onun için bu musıkiyi kaldırıp atmalı, batı müziğini almalıdır."

ATATÜRK'e mal edilen bu sözler, nakledenlerin yorumladıkları şekilde ise, aynı konularda belgeleşmiş sözleri de vardır ki, tam bir çelişki meydana geliyor demektir. ATATÜRK, gibi bir insan, böyle bir çelişkiye düşmezdi. Şu halde bu sözler, ya noksan, ya da yanlış aksettirilmiş ya da ATATÜRK bunları başka maksatla söylemiştir.

Bâzı müfrit muhafazakârlar da ATATÜRK'ün batı musıkisini sevmediğini, dinlemekten hoşlanmadığını ileri sürmüşlerdir. Her ikisi de doğru değildir. ATATÜRK, hiçbir zaman Türk musıkisini tezyif yollu, yerme ve kötülemede bulunmamış, tersine; "Yüksek bir medeniyetin musıkisi olduğunu." söylemiştir.

ATATÜRK: "Bir ulusal eğitim programından söz ederken, yabancı düşüncelerden, doğudan ve batıdan gelebilen bütün etkilerden arınmış, ulusal birliğimize, gelenek ve tarihimize uygun bir kültür kasdediyorum, herhangi bir yabancı kültür, şimdiye kadar takibedilen yabancı kültürlerin bozucu sonuçlarını tekrar ettirebilir. Kültür, ortamla uyumlu olmalıdır. Bu ortam ulusun öz benliğidir." diyor. (Temmuz 1924)

Böyle söyleyen ATATÜRK, doğrudan doğruya: "Bizim için esas müzik batı müziğidir, bu müziği ulusumuz için normal görmeliyiz." sözünü yorumlayan biçimde söylenmiş olabilir mi?

ATATÜRK, Türk musıkisinin en iyi şartlarla korunmasını ve geliştirilmesini istiyor, batı musıkisini de seviyor ve hoşlanarak dinliyordu.

Halkı çoksesli musıkiye alıştırmada eğitici bir yol tutulmasını, batıya yönelik çalışmalarda, çağdaş milletler seviyesine ulaşma safhalarında, musıki ürünlerinin önemli yeri olduğunu takdir ederek, milli bütünlüğümüzü belirten, kültür değerlerimizi ve geleneklerimizi göz önünde tutarak, milli ve evrensel literatürden de faydalanarak, Türk musıkisinin kudretini batı dünyasına tanıtmak ve göstermek gerektiğine inanıyordu. Bu, Türk duygusunu ve milli heyecanını batı ölçüleri ve tekniği içinde işleyerek, bütün dünyaya tanıtmak demektir.

Atatürk'ün Sanat ile İlgili Özdeyişleri


Sanat güzelliğin ifadesidir. Bu ifade sözle olursa şiir, nağme olursa musiki, resim ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık olur.

(Muhit Mecmuası, Sene:1, No:2, 1928)

Sanatkâr da, toplum da uzun mücadele ve gayretten sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır.

(Atatürk'e Ait Hatıralar, 1949)

Biz, çok defa, bu musikinin tam haysiyetini bulamıyoruz. İşte bu dinlediğimiz, hakiki Türk Musikisi'dir ve hiç şüphesiz, yüksek bir medeniyetin musikisidir. Bu musikiyi, bütün dünyanın anlaması lâzımdır. Fakat, onu bütün dünyaya anlatabilmek için, bizim milletçe, bugünkü medenî dünyanın seviyesine yükselmemiz lâzımdır.

(Mesut Cemil Anlatıyor: Nükte, Fıkra ve Çizgilerle Atatürk II, 1954)

Dünyada medeni olmak, ilerlemek ve olgunlaşmak isteyen herhangi bir millet mutlaka heykel yapacak ve heykeltraş yetiştirecektir. Abidelerin şuraya buraya tarihi hatıralar olarak dikilmesinin dine aykırı olduğunu iddia edenler, din hükümlerini gereği gibi araştırıp incelememiş olanlardır. ( 1923 )

(Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt:II, 1952)

Aydın ve dindar olan milletimiz, ilerlemenin sebeplerinden biri olan heykeltraşlığı en üst derecede ilerletecek ve memleketimizin her köşesinde atalarımızın ve bunlardan sonra yetişecek evlatlarımızın hatıralarını güzel heykellerle dünyaya ilan edecektir. ( 1923 )

(Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt:II, 1952)

İnsanlar olgunlaşmak için bazı şeylere muhtaçtır. Bir millet ki, resim yapmaz, bir millet ki, heykel yapmaz, bir millet ki tekniğin getirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur. Halbuki bizim milletimiz, gerçek nitelikleriyle medeni ve ileri olmaya lâyıktır ve olacaktır. ( 1923 )

(Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt:II, 1952)

Bir milleti yaşatmak için birtakım temeller lazımdır ve bilirsiniz ki, bu temellerin en önemlilerinden biri sanattır. Bir millet sanattan ve sanatkârdan yoksunsa tam bir hayata sahip olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve hasta bir kimse gibidir. Hatta kasdettiğim manayı bu söz de ifadeye yeterli değildir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur... Bir millet sanata önem vermedikçe büyük bir felakete mahkumdur. Birçok unsurlar o felaketin derecesini farketmez. Farkettiği gün de ne kadar müthiş bir etkinlikle çalışmak gerektiğini tahmin edemez. ( 1923 )

Hayatta musiki lâzım mıdır? Hayatta musiki lâzım değildir. Çünkü hayat musikidir. Musiki ile alâkası olmayan yaratıklar insan değildirler. Eğer söz konusu olan hayat insan hayatı ise musiki mutlaka vardır. Musikisiz hayat zaten mevcut olamaz. Musiki hayatın neşesi, ruhu, sevinci ve herşeyidir. Yalınz musikinin nev'i, üzerinde düşünmeye değer. ( 1925 )

(Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt:II, 1952)

İnsanlarda birtakım ince, yüksek ve temiz duygular vardır ki insan onlarla yaşar. İşte ince, yüksek, derin ve temiz duyguları en ziyade duyabilen ve diğer insanlara duyurabilen şairdir. ( 1928 )

(Muhit Mecmuası, Sene:1, No:2, 1928)

Efendiler.. Hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz; hattâ reisicumhur olabilirsiniz. Fakat bir sanatkâr olamazsınız. Hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu çocukları sevelim... ( 1930 )

(İ. Galip Arcan Anlatıyor, Ses Dergisinden iktibas. Sümerbank Dergisi, Cilt:3, Sayı:29, 1963)

Bizim hakikî musikimiz Anadolu Halkı'nda işitilebilir. ( 1930 )

(Ayın Tarihi, Sayı:73, 1930)

Vatan bütün evlatlarının çalışması ile ve yardımı ile yaşar ve bundan başka toplumunu mekanizmasında faydasız hiçbir parça yoktur. Devleti idare eden bakanla, vatanın refahına elinin işi ile yardım eden sanatkâr arasında, yalnız küçük bir fark vardır, o mda şudur. Birinin vazifesi, bir diğerininkinden daha önemlidir. Fakat her ikisinde de iyi yapılmak şartıyla, ahlaki değer aynıdır. ( 1930 )

Yüksek bir insan toplumu olan Türk Milleti'nin tarihi bir özelliği de güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, doğuştan gelen zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlar sevgisini ve milli birlik duygusunu devamlı olarak ve her türlü vasıta ve önlemlerle besleyerek geliştirmek milli idealimizdir. ( 1933 )

(Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt:II, 1952)

Güzel sanatların hepsinde, ulus gençliğinin ne türlü ilerletmesini istediğinizi bilirim. Bu yapılmaktadır. Ancak bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk Müziği'dir. Bir ulusun yeni değişikliğine ölçü, müzikte değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir... Ulusal; ince duyguları, düşünceleri anlatan; yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir an önce, modern müzik kurallarına göre işlemek gerekir. Ancak bu düzeyde Türk ulusal müziği yükselip, evrensel müzikte yerini alabilir. ( 1934 )

(Ayın Tarihi, Sayı:12, 1934)

Sinan'ın heykelini yapınız. ( 1935 )

(TTK Belleten, Cilt:III, Sayı:10, 1939, Lev:XCIII... Atatürk el yazısı ve imzası ile yazmıştır)

Güzel sanatların her dalı için, Kamutay'ın ( TBMM'nin ) ilgi ve emek, milletin insani ve medeni hayatı ve çalışkanlık veriminin artması için çok etkilidir. ( 1936 )

(Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt:I, 1945)

Güzel sanatlarda başarı; bütün inkılâpların başarılı olduğunun en kesin delilidir. Bunda başarılı olamayan milletlere ne yazıktır. Onlar, bütün başarılarına rağmen medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla tanınmaktan daima yoksun kalacaklardır. ( 1936 )

(Cumhuriyet Gazetesi, 10.11.1941, Cevat Abbas Gürer)

Edebiyat denildiği zaman şu anlaşılır: Söz ve anlamı, yni insan beyninde yer ede, her türlü bilgileri ve insan karakterinin en büyük duygularını, bunları dinleyen veya okuyanların çok ilgisini çekecek şekilde söylemek ve yazmak sanatı. Bunun içindir ki, edebiyat, ister nesir şeklinde olsun, ister nazım şeklinde olsun, tıpkı resim gibi, heykeltraşlık gibi, özellikle müzik gibi, güzel sanatlardan sayılmaktadır.
İnsanlıkta en müspet ilim ve en ince teknik esaslarına dayanan hayatla ve kanla karşılamak kendileri için kaçınılmaz olan askerlik gibi yüksek bir idealist meslek bile, kendini içinde bulunduğu topluma anlatabilmek ve bu büyük insanlık ve kahramanlık yolculuğunu hazırlayabilmek için uyandırıcı, yönlendirici, harekete geçirici ve nihayet fedakâr ve kahraman yapıcı vasıtayı edebiyatta bulur.

Bu itibarla, edebiyatın her insan topluluğu ve bu topluluğun şimdiki durumunu ve geleceğini koruyan ve koruyacak olan her kuruluş için en esaslı eğitim vasıtalarından biri olduğu, kolaylıkla anlaşılır.

Bunun içindir ki, Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı, edebiyat öğretiminde şu noktalara, özellikle önem ve kıymet vemelidir:

1 - Türk çocuğunun kafasını, doğuştan sahip olduğu dikkat ve özene göre oluşturmak; bu, Cumhuriyetin sağlıkla ilgili olan bakanlığa da düşen bir vazifedir.
2 - Güzel korunan Türk kafa ve zekâlarını açmak, yaymak, genişletmek. Bu, özellikle Kültür Bakanlığı'nın vazifesidir. Bununla birlikte, kabiliyetli Türk çocuklarının kafalarına müspet ilim ve maddi teknik kavramları, yalnız nazari ( kurumsal ) olarak değil, aynı zamanda pratik vasıtalar ile de değiştirmek.
3 - Bir taraftan da, Türk kafalarındaki kabiliyetleri, Türk karakterindeki sağlamlıkları, Türk duygularındaki yükseklik ve genişlikleri, kendilerini hiç zorlamadan, doğal bir şekilde ve olduğu gibi ifadeye onları alıştırmak.

Bunlar yapılınca, netice şu olacaktır: Türk çocuğu konuşurken, onun ifade ve anlatış şekli, Türk çocuğu yazarken, onun ifade ve üslûbu, kendisini dinleyenleri, onun yürüdüğü yola götürebilecek bu kabiliyeti sayesinde, Türk çocuğu kendisini dinleyen veya yazısını okuyanları peşine takarak yüksek Türk idealine iletebilecek, ulaştırabilecektir.

Bu edebiyat görüşü, böyle bir edebiyat öğretimi sayesindedir ki, edebiyattan anlaşılan amaca ulaşmak mümkün olabilir. (1937 )


(Ayşe Afetinan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, 1959, TTK Yay.)




ATATÜRK'ÜN SEVDİĞİ ŞARKILARI DİNLEMEK İÇİN TIKLAYIN


Atatürk, Sanat, Sanatçı ve Resim

Çarpım Tablosu Parmaklarının Ucunda

Bu yöntemle çarpım tablosunu ezberlemeye gerek yok.. İZLEYİN...


" Bir şey yapmaya ve o konuda küçük bir adım atmaya karar veriyorsunuz. Aniden, o küçük adım bir rüzgara dönüşüyor, büyüyor, hızlanıyor ve sizi asla geriye dönüş imkanı olmayan yerlere götürüyor... Böylesine bir olasılığı her an düşleyebilir, hatta öngörebilirsiniz de fakat yaratılan rüzgarın daha ne kadar büyüyebileceğini hiç kestiremezsiniz."